Blog Yazısı

Fonka Gıda Kurucu Ortağı / Fitgusto Kurucusu Hüseyin Şirin Röportajı

Röportaj


1) Öncelikle hoş geldiniz, bize kendinizi tanıtır mısınız?
Hoş buldum. Ben Hüseyin Şirin. 41 yaşında bir gıda mühendisiyim. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği bölümü mezunuyum. 15 yıldır gıda sektörünün çalışanıyım. Bundan 3.5 yıl önce de kendi şirketimi kurdum. Artık bir yerlerde yöneticilik yapmaktan yorulduk, sonrasında kendi şirketimizi kurduk. Kendi şirketimiz de güzel yerlere geldi, ondan sonra ikinci bir şirket kurduk. İlk şirketin adı Fit Gusto, onu böyle çok kısıtlı imkanlarla kurduk. Sonrasında güzel bir birliktelik yaparak Diyetisyen Dilara Koçak’la yeni şirketimizi kurduk. Şu anda da güzel şekilde devam ediyor. Önümüzde planlar var. O planların da gerçekleşmesi için elimizden geleni yapıyoruz.

2) Sorularımıza üniversite hayatınızdan başlayalım. Üniversite bittikten sonra iş hayatınıza ilk geçtiğiniz zaman sizi en çok zorlayan veya en çok şaşırtan durum neydi?
Ben tembel bir öğrenciydim, okulu yedi buçuk senede bitirdim. Hep ezbere yönelik şeylerdi yani. Biz şunu ezberleyelim, sınava girelim, dersi geçelim ondan sonrası da pek önemli değildi o zamanlar. Tabi bunların ne kadar değerli, önemli olduğunu iş hayatında fark ediyorsunuz ve okul bittikten sonra çok fazla şey bilmediğinizi anlıyorsunuz. Yani benim saçma sapan durumlarla karşı karşıya kaldığım çok oldu. Hatta böyle bazen ilk dönemlerde ‘Sen gıda mühendisi misin, emin misin?’ dedikleri oldu. Çünkü bazen strese de giriyorsunuz; denetlemeler oluyor, farklı şeyler oluyor falan. Çok fazla tecrübeniz olmadığı için iş hayatında doğru düzgün cevaplar veremiyorsunuz ve insanlarda da farklı bir algı yaratıyorsunuz. Yani mesleğinizde saygınlık kazanmak için belirli bir seviyeye gelmeniz lazım, belli bir tecrübeye sahip olmanız lazım. İlk başladığınızda bu sizde olmuyor. Bilgi birikim konusunda da kısıtlı oluyorsunuz, sadece okulda öğrendiğiniz teorik konular var. Pratiğe geçtiğinizde zorlanıyorsunuz, bunu söyleyeyim size. Ne kadar iyi olursanız olun ne kadar bilgili olursanız olun okuldan ilk mezun olup iş hayatına geçtiğinizde size çok fazla saygı duymayacaklar. Buna hazırlıklı olun. Çünkü insanlar kendilerinden küçük, yeni mezun olmuş, çok fazla tecrübesi olmayan insanlara çok fazla saygı göstermek istemiyorlar sektörde. Çünkü ‘Biz senelerdir çalışıyoruz, sizden daha iyi biliyoruz.’ düşüncesi var insanlarda. Bunu kırmanın en iyi yolu bir işi bildiğinizi çok iyi göstermek. O yüzden de çok iyi çalışmanız lazım. Yaptığınız iş çok iyi bilmeniz lazım.

3) Öncelikle Fit Gusto’yu kurdunuz. Orada belli bir kitleye ulaşınca da (bir nevi mikro influencer’lık diyebiliriz) The Good Wild’ı kurdunuz. Bu iki oluşum birbirini nasıl etkiledi?
Şimdi süreç şöyle başladı; bir iddia uğruna biz sosyal medyaya girdik arkadaşlarımızla. İşte kim daha fazla takipçiye sahip olacak falan. Bir arkadaşım sporla ilgileniyordu, onunla alakalı bir şey yaptı. Bir arkadaşım yurt dışına iş seyahatlerine gidiyordu senede 40-50 ülke geziyordu. Hadi elimizde bir şeyler var; sosyal medyada paylaşalım; belki bir şeyler olur; para kazanırız, dedik. ‘Hüseyin sen ne yapacaksın?’ a geldi soru. Ben çok iyi yemek yaparım ama kimsenin haberi yok, ben kimseye yemek yapmamıştım o zamana kadar. Böyle, bir iddia ile başladık. Bu sosyal medyayı açmanın bana şöyle bir faydası oldu: sosyal medyadaki ismim ‘Fit Gusto’, bir markalaşmaya gitti, benimle özdeşleşti. Ardından dedim ki ‘Ben bunu niye kullanmıyorum?’. Çünkü eğer kendi işinizi kuracaksanız pazarlama çok önemli. O yüzden de yine başta konuştuğumuz konulardan bir tanesi, güçlü bir iletişim ve geliştirilmiş bir sosyal medya çok önemli. Bir şekilde bir şeyler yapın, sosyal medyanızı şimdiden çalıştırın. Çünkü eğer elinizde bir müşteri varsa yaptığınız ürünü satmak çok kolay. Ama elinizde bir müşteri yoksa siz dünyanın en iyi ürününü de çıkarsanız kimseye gösteremiyorsanız, kimseye tanıtamıyorsanız o ürünü kimseye satamazsınız ve hiçbir işe yaramaz. O yüzden ilk başta sosyal medyayı güçlendirdik. Tabi ben bunları planlı yapmadım, bana da kimse bunları anlatmadı ama hani naçizane ben size iş hayatımı anlatıyorum ve umarım sizlere böyle ufak da olsa bir nebze yardımı dokunur. Dediğim gibi biz bilinçsiz bir şekilde yaptık bunu, sosyal medya bir yerlere geldi, ondan sonra şirket kurduk.
Şirketin kurulma aşamalarını da anlatayım isterseniz. Ben bir yerde yöneticiydim, üretim direktörüydüm. Senelerce başkasının yanında başka bir şirkette çalışmaktan sıkılmış haldeydim. Ama şöyle de bir durum var çok sıkılsanız da işinizi sevmeseniz de işinizi çok iyi yapmak zorundasınız. Niye diyeceksiniz, siz o işten kurtulmak için ya bu işi yapıp üst pozisyonlara zıplayacaksınız ya da farklı bir şirkete sizi transfer etmelerini sağlamanız lazım. Çünkü siz kaldığınız yerde kalmaya devam ederseniz maaşınız yükselmez, hayat standartlarınız düzelmez, sevmediğiniz işi yapmaya devam edersiniz. Ama çok iyi çalışırsanız ve yöneticiniz de iyiyse bir üst bölümde boşluk olursa sizi oraya alır. Eğer yöneticiniz kötüyse o işi değiştirmek zorundasınız. Hiçbir yerde 4-5 seneden fazla eğer farklı bir pozisyona geçemiyorsanız kalmayın. Hani insanlar der ya ‘Uzun seneler aynı yerde çalışın, aidiyetiniz olsun.’ falan, bunlar yanlış şeyler bence. Eğer yükselemiyorsanız, standartlarınızı yükseltemiyorsanız oradan ayrılın, farklı bir iş arayın. Ya da yöneticiden bağımsız, çok iyi çalışıyorsanız farklı yerlerdeki insanlar sizin bu çalışmalarınızı görecektir ve farklı yere transfer edileceksinizdir. Ki transfer edilince baştan başlamayacağınız için düşük maaşla da başlamazsınız. Bu yüksek maaşın da şöyle bir etkisi olur; belli bir birikim yapmanızı sağlar. Kenara köşeye bir para atmanızı sağlar ve bu da ileride kuracağınız bir şirket için size bir sermaye oluyor aslında. O yüzden belli bir dönem sevmeseniz bile işinizi çok iyi yapın. Çalışmak istemiyorsanız ayrılın, başka bir iş bulun. Ama kesinlikle ‘Ya ben burada şu parayı alıyorum, bu kadarını hak ediyorlar, ben bu kadar çalışırım.’ demeyin. Bu diyeceğinize ayrılın başka iş bulun. Ama başka bir iş bulamıyorsanız elinizden gelenin en iyisini yapın çünkü oradan kurtulmanın tek yolu bu yani.
-Zaten yaptığımız iş kendi kalitemizi belirliyor, bizi temsil ediyor aslında.
Yani işte işini iyi yapmıyorsan kendi işini de iyi yapmazsın. Başkasının işini iyi yapmayan insan kendi işini de iyi yapmaz, çok açık. ‘Burası benim işim değil, boşver, kendi işim olsa daha iyi çalışırım.’ falan diyen insan ben şu zamana kadar görmedim; gördüklerim de öyle şu ana kadar çok kendi işlerinin sahibi olamadılar.

4) Ürünlerle ilgili sorulara geçelim, filizlenme patates gibi gıdalarda bozulma belirtisi olarak görülüyor. Günümüzde filizlenmeyi hala bozulma olarak gören insanlar var ve sizler de filizlendirilmiş ürünler satıyorsunuz. Bu sizin ürünlerinize karşı bir ön yargı oluşturuyordur elbette. Bu ön yargıya karşı nasıl bir satış stratejisi izliyorsunuz?
Az önce konuştuğumuz konu aslında, sosyal medya çok önemli bu tarafta. Yani, dediğin gibi, Avrupa’da Amerika’da bu işler daha fazla biliniyor, filizlendirilmiş bakliyat grubu. Ama Türkiye’de daha yeni yeni gelişen bir sektör aslında. Biz bir yandan da TÜBİTAK’ın rol modeliyiz, TÜBİTAK’la beraber bütün analizlerimizi yaptırıyoruz. Ve makalelerden okuduğumuzla kalmadık dedik ki kendi ürünlerimizin de bir analizi olsun, her tarafıyla yani, besin içeriği tarafında da antioksidan tarafında da. Bunların hepsini alıp sosyal medyada pazarlama tarafına da çeviriyoruz. Yani bunları insanlara anlatmak çok önemli. Dediğin gibi bilmeyen insan filizlendirilmiş bakliyatı neden alsın. Çünkü biz diyoruz ki filizlenmiş patates tüketmeyin çünkü solanin adında bir zehir oluşturuyor, sizi zehirleyebilir diyoruz. Arkasından filizlendirilmiş bakliyat tüketin diyoruz. Bu işleri hiç bilmeyen insanlar için tabii ki çelişecek. ‘Niye ben patates yemiyorsam bakliyat da yemem, bizi zehirler.’ diyebilir. O yüzden çok iyi anlatmak lazım. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Zaten başta da bahsettiğim gibi Dilara Koçak, diyetisyen ve sürdürülebilirlik aktivisti, şirketin ortaklarıyız ve onun da pazarlama gücü çok iyi. O yüzden elimizden geldiğince iyi anlatmaya çalışıyoruz.
-Yani öncelikle ürünü anlatıyorsunuz, tüketiciyi bilgilendiriyorsunuz.
Tabi ve şöyle, biz bu kategorinin de aslında büyümesini istiyoruz. Başka insanlar da yapsın istiyoruz. Çünkü eğer bu ürünü hep beraber anlatırsak insanlara daha iyi geçecek ve daha hızlı şekilde bu kategori büyüyecek aslında. Şu anda niş kategorideyiz. Filizlendirilmiş fermente grupta dünyada ilk üreten taraf biziz zaten.

5) Ürünlerinizin AR-GE süreçleri nasıl ilerliyor? Üretmekte olduğunuz veya hali hazırda ürettiğiniz ürünlerin AR-GE süreçleri ve bu ürünlerde öncelik verdiğiniz özellikler neler?
Şöyle, şirketin AR-GE'sini ben yapıyorum. AR-GE'de üç tane konuya önem veriyorum. Bir tanesi ‘Yararlı nasıl yaparız?’. Bir diğeri ‘Ürünü ticari hale nasıl getiririz?’. Son olarak da ‘İnsanların neye ihtiyacı var ve bulamıyorlar? Biz ne yaparsak bu ihtiyaçları gideririz?’.
Şimdi birincisinden başlayayım, ‘yararlı ürünü nasıl daha yararlı hale getirebiliriz?’. Aslında dünyada olmayan hiçbir şeyi biz ortaya çıkartmıyoruz. Filizlendirilmiş bakliyat var, fermantasyon var. Fermentasyon senelerin getirmiş olduğu geleneksel bir yöntem. İlk başta koruma yöntemi olarak ortaya çıkmış, raf ömrünü koruma yöntemi olarak kullanılmış. Sonradan araştırmalarla ve bilimin de desteğiyle beraber bu fermantasyonun çok yararlı olduğu ortaya çıkmış. Dünyada ilk defa üretilen bir ürün ürettik ama bunun iki ayrı bölümü dünyada ilk defa bizim tarafımızdan bulunmadı. Filizlendirme de fermentasyon da bizim tarafımızdan bulunmadı ama filizlendirilmiş fermentasyon ilk defa bizim tarafımızdan üretildi. Bu ikisini birleştirerek ve ‘yararlı gıdayı daha yararlı hale nasıl getiririz’ i düşünerek buralara kadar geldik. Mesela bakliyatları niye filizlendirdik? Fitik asit ve lektin var, bakliyatlardaki zararlı antibesinseller. Bunları nasıl elimine deriz, nasıl yok ederiz dedik; araştırdık. Filizlendirme bu işin yöntemlerinden bir tanesi, filizlendirdik. Sonra antioksidan miktarını, fenolik bileşik miktarını nasıl arttırırız dedik, fermentasyon. Dedik ki o zaman fermentasyonla filizlendirilmiş bakliyatları birleştirelim, bakalım nasıl bir sonuç elde edeceğiz. Hem analiz ve besin içerikleri tarafında çok iyi sonuçlar aldık hem tat tarafında çok iyi sonuçlar aldık hem de raf ömrü tarafında çok iyi sonuçlar aldık. AR-GE'de baktığımız diğer konuyla da aslına yine bağlantılı bu.
İkinci konu ise ‘bu ürünü nasıl ticari hale getiririz?’. Şimdi hiç aklımızda fermentasyon yok, ‘yararlı ürünü nasıl daha yararlı hale getiririz’ de yok. Filizlendirilmiş bakliyatlar çok yararlı ürünler, satan var mı? Un halinde satan var veya evinde yapan var. Evinde 4 gün içerisinde bakliyatları filizlendirip taze taze tüketen var. Ama bunu marketlerde görebilir misiniz? Göremeyiz. Neden göremeyiz, ticari bir ürün değil. Raf ömrü çok düşük. Yani bir hafta on gün raf ömrü olan bir ürünü hiçbir zincir market sizden alıp da satmaz. Hem sürdürülebilirliğe uygun değil, çöpe gidecek bir sürü malzeme hem de onlar kâr edemeyecek. Market, o yüzden sizden ürünü almaz. O zaman şunu düşünüyorsunuz: Biz filizlendirilmiş bakliyatların raf ömrünü nasıl uzatıp ticari hale getiririz? Koruma yöntemi, fermentasyon veya direkt akla gelen konserve yapma. Konserve yapmak için o zaman bizim çok paramız yoktu. Çünkü biliyorsunuz endüstriyel bir otoklav almanız lazım. Öyle bir param yoktu benim. 80.000 TL’ye zaten bir şirket kurdum, 100-150 metre karede ben ürün üretiyordum o zamanlar. Metro Market’le ilk görüştüğümüzde dediler ki ‘Biz sizin ürünlerinizi çok beğendik ama biz konserve istiyoruz.’. Zaten bu fermente tarafı da orada, o toplantıda çıktı. ‘Biz konserve yapamayız, o kadar sermayemiz yok. Ama size turşu yapabiliriz filizlendirilmiş bakliyatlardan.’ dedik. Nasıl olur, dediler. ‘Güzel olur, biz yapıp getirelim.’ dedik. Biz de daha önce denememiştik, toplantıda aklımıza geldi. Sonra yaptık, 15-20 gün sonra götürdük. Çok beğendiler ve Metro Marketler’le anlaştık, ürünlerimiz raflarına girdi. Dediğim gibi ticari ürün haline getirmek AR-GE'nin konusundan bir tanesi.
Diğer konu da ‘insanların neye ihtiyacı var ve neyi bulmakta zorluk çekiyorlar?’. Mesela bizim ana malzememiz filizlendirilmiş bakliyatlar olduğu için bu ürünler üzerinden bir şeyler yapalım dedik AR-GE tarafında. Ne yapalım? Vegan insanlar yoğurt tüketemiyorlar, filizlendirilmiş bakliyattan biz yoğurt elde edebilir miyiz, dedik. Şimdi internette çok fazla tarif var aslında nohuttan yoğurt benzeri ürün yapanlar var. Ama bu yoğurt değil aslında. Yani nohutu sulandırıp nohut suyunun ‘aquafaba’ dedikleri etkisiyle biraz yapışkan bir kıvam elde edip yoğurda benzeyen bir ürün elde etmek aslında onların yaptığı. Ama biz bu nohutu gerçekten de yoğurt kıvamında hem probiyotik hem prebiyotik bir ürün haline getirdik. Laktik asit fermentasyonu yaptık nohutla. İşte dediğim gibi AR-GE süreçleri bizde bu üç ana kalem üzerinden gidiyor.
‘Yararlı ürünü nasıl daha yararlı hale getirebiliriz?’
‘Ticari ürün hale nasıl getirebiliriz?’
‘İnsanların ihtiyaçları neler? Bu ihtiyaçlara nasıl karşılık verebiliriz?’
AR-GE tarafımız böyle.

6) Meslek hayatınızın ilk zamanlarıyla şimdiki halinizi kıyasladığınızda ‘dönüm noktası’ dediğiniz bir an var mıydı?
İlk zamanlarla kıyasladığımda çok büyük farklar var. Ama bana şu an dönüm noktanız var mı derseniz, dönüm noktam yok. Çünkü bunların hepsinin birikmesiyle bir yere geliyorsunuz. Yani tek bir nokta yok. ‘İşte şurada şöyle bir şey oldu, sihirli değnek değdi, ben böyle bir anda farklı şeylere evrildim.’ şeklinde bir şey yok. Süreçleri şu anda gözümün önünden geçiriyorum, hepsinin bir faydası var bana. Mesela ben kötü yerlerde başladım çalışmaya, iş hayatına. Yani gıda mühendisliği mezunlarının da hepsi iyi yerlerde çalışmaya başlayacak diye bir şey yok. Ama şu anda anlıyorum ki benim kötü yerlerde başlamam benim için büyük avantajmış. Yine bahsettiğim gibi, kötü yerde başlamanın şöyle bir avantajı var; sektörde yüz tane hata varsa doksan beş tanesini siz orada görüyorsunuz ve nasıl çözüleceğini öğreniyorsunuz. Böylece başka bir yere giderseniz de o beş tane sorunu –ki bu sorunlar devamlı karşılaşılan sorunlar değildir çünkü olsaydı en kötü yerde de karşılaşmış olurdunuz- da geri kalanının çözme yöntemini anladığınız için rahatça çözmüş oluyorsunuz. Ekstra yeni bir sorun çıkarsa -birbiri ile bağlantılı oldukları için- onu da çok hızlı çözmeyi öğreniyorsunuz aslında. Yani derseniz ki, dönüm noktası neresi; benim dönüm noktam ‘kötü yerlerde çalışmam’ diyebilirim. Bir, çok hızlı sorun çözme kabiliyeti kazandırıyor size. İki, kötü yerde çalıştığınızda oradan kurtulmak için elinizden gelen her şeyi yapıyorsunuz. İyi yerde çalışınca bir rahatlık oluyor, devam ediyorsunuz. Bir de bazı insanlar ‘’Biraz daha rahat olayım, az para kazanayım ama rahat olayım, başka sorunla uğraşmak istemiyorum, daha fazla sorumluluk almak istemiyorum.’’ diyorlar. Ama, yani, elinizden geldiğince sorumluluk isteyin; fazla şey talep edin; sorumluluktan, dertten sıkıntıdan kaçınmayın; çözerim deyin; ben bu işi yaparım deyin ve elinizden geldiğince yükselmeye bakın çünkü para kazanmanın en önemli noktalarından birisi de bu. Sorumluluğun altına girin.


7) Bugüne kadar iş hayatınızdaki zorluklarla mücadele etmenize yardımcı olan ve bugün bu denli başarılı olmanızın sebebi sizce hangi özelliğiniz?
Bunların hepsi de az önce söylediklerimizle bağlantılı şeyler. Birincisi kötü yerlerde çalışmam, sorun çözme yeteneğimin olması. İkincisi analitik düşünmeye sahip olmam. Ama bana derseniz ki bunlar nasıl kazandınız, ben de bilmiyorum. İşte hep bir süreçlerden geçtik yani; kötü yerlerde çalıştık, sorun çözdük, farklı fikirler geliştirdik, bu hayattan kurtulmak istedik, standartları geliştirmek ve düzeltmek istedik. Sosyal medyanın da bir etkisi var tabi. İnsanlar geziyorlar, yatlara biniyorlar, işte özel jetlere biniyorlar. Biz o kadar olamayız ayrı, ama insan istiyor tabi. Yani yurt dışına gidip gezmek istiyor, tatil yapmak istiyor, devamlı çalışmak istemiyor. Bunları sağlamanız için paraya ihtiyacınız var sizin. Paraya ihtiyacınız olduğu için de çalışmak zorundasınız ve bana sorarsanız, maaşlı çalışıyorsanız, çok böyle ekstrem bir yerlerde değilseniz bu işleri yapmanız çok zor. O yüzden kendi işinizi kurmak zorundasınız ama şöyle bir tavsiye vereyim, kendi işinizi kurmadan önce kesinlikle bir yerlerde çalışın. O sektörün dinamiklerini öğrenin. Okulu bitirir bitirmez kendi işinizi yapmayın, çok paranız olsa da yapmayın. İlk önce girin bir işe, o iş hayatını bir teneffüs edin. Yani dinamiklerini öğrenin, ondan sonra kendi işlerinizi yapın. Ki belki kendi işinizi ilk yaptığınızda ilk yaptığınız iş batacak. Sonrasında yine iş yapacaksınız ama o batan işten çok fazla şey öğreneceksiniz. Yani ‘Ben şunu şurada yanlış yaptım, bu yüzden battı. Şunu şöyle yapsaydım daha iyi olabilirdi.’ diyeceksiniz. Batan işler her zaman size bir şeyler öğretir. Şey derler ya kazanmak vardır, kaybetmek yoktur; kazanmak vardır, öğrenmek vardır yani kaybettiğinizi düşünmeyin. Bir şeyleri öğrenmek için çabalayın o kaybettiğiniz şeyden.
Benim böyle bir sürecim geçti, tembel bir adamım aslında, okul hayatında da öyleydim. Dedim ya size hani 7,5 senede bitirdim ama pişmanım şu anda. Keşke daha erken bitirseydim. İş hayatına daha erken atılsaydım belki daha güzel yerlerde olabilirdim. Ama tembelliğin getirdiği şöyle bir şey de var; hep söylerler tembel insan çözüm üretir. Yani çaba sarf etmemek için, fiziksel bir uğraş sarf etmemek için bir şeyler üretir ve hani daha iyi şeyler ortaya döker. Ben mesela işte (bir örnek daha vereyim burada) Fit Gusto’yu ilk kurduğumda (yine böyle kısıtlı şartlarda kurmuşuz ben bir yandan çalışmaya devam ediyorum bir yandan da şirket bir yerlere gelsin diye uğraşıyoruz) ve bizim şirketimizde çalışan Mehmet diye de bir arkadaşımız vardı, gıda teknikeri o da çok severim ve hala yanımda. Biz böyle ilk filizlendirme işine girdiğimizde filizlendirmeyi nasıl yapacağız, nasıl olacak falan bilmiyoruz. Yani filizlendirmeyi biliyoruz ama endüstriyel boyutta nasıl yapacağız onu düşünmeye başladık. Böyle delikli süzgeçli küvetlerde yapmaya başladık. Bir gün dedi ki işte ‘Abi ben bayramda memlekete gideceğim, sen ürünlere bakar mısın?’. İşte filizlenme sürecinde her gün gidip sulamanız lazım ürünleri. Tabi dedim, bakarım. İlk defa gittim o süreci ben yapmaya çalıştım. Sonra yaparken dedim ki ya bu çocuk bunu nasıl yapıyor çok zor bir iş bu yaptığı, acayip zaman alıyor, acayip yoruluyorsun. Dedim ki buna çözüm bulmam lazım. Oturdum, 2-3 saat içerisinde bir proje çizdim. Bahçe sulama sistemleriyle falan böyle bir ekipman kurduk. Öylece işte bunu daha geliştirdik, Metro geldi daha da geliştirdik. Yani tembel insan aslında bir çözüm üretiyor.

8) Sürdürülebilirlik ve çevreye etki konusunda markalarınızın (Fit Gusto ve The Good Wild) tutumu ve çalışmaları nedir?
Şöyle Dilara Koçak, zaten biliyorsunuz FAO’nun Türkiye sürdürülebilirlik aktivisti. Yani hani beni geçin onun olduğu yerde bizim sürdürülebilirliği göz ardı edebilmemizin imkanı yok. Ki ben de senelerce sosyal medya hesabımda sıfır atıkla alakalı, sürdürülebilirlikle alakalı bir şeyler yapmaya çalıştım. Bu soruyla beraber şuna da cevap vereyim, aslında AR-GE'nin dördüncü noktası da bu diyebiliriz. Yani biz de ürettiğimiz ürünlerden herhangi bir atık çıkarsa ve bu yararlı olabilecek bir ürünse biz bunu nasıl çeviririz, nasıl farklı bir ürüne çeviririz diye AR-GE yapmaya başlıyoruz. Örnek veriyorum, biz fermentasyon yapıyoruz nohutları ve bakliyatları; fermentasyon suyunu değiştiriyoruz ticari ürün olması için. O suyla mesela ne yapabiliriz diye düşündük ve yine o biraz önce bahsettiğim laktik asit fermentasyonlu yoğurdu elde ettik. O da şu anda TÜBİTAK’ta ve onun analizleri devam ediyor. Analizlerden sonra büyük ihtimalle ticari hale getirip onları da satışa çıkartacağız.

9) Son sorumuz olarak; çoğunluğu gıda mühendisliği okuyan Gıda Kulübü üyelerine önerileriniz nelerdir?
Aslında hani bütün röportaj boyunca birçok böyle örnek verdik ve naçizane tavsiyelerde bulunduk. Bunları kısaca sıralayayım isterseniz:
Birincisi kötü yerde de çalışsanız çok iyi çalışın. İyi yerde de çalışıyorsanız çok iyi çalışın. Kendi işinizi kurmadan önce girin bir yerlerde çalışın. Kendi işinizi ilk etapta yapmayın. Farklı düşünün farklı fikirler geliştirmeye çalışın. Eğer paranız yoksa buna daha fazla ihtiyacınız var çünkü herkesin yaptığı bir şeyi yaparak, hem de paranız yoksa, bir şeyler kazanmayı beklemeyin. Türkiye’de olmayan bir şeyler çıkartmaya çalışın, dünyada olmayan bir şeyler çıkartmaya çalışın. Paranız olmasa bile bir yerlere getirir bu sizi. Onun haricinde de çok şunu yapın bunu yapın denilebilecek bir konu da yok aslında. Bunlara çok dikkat edin, sosyalleşmeye, iletişiminize çok önem verin. Bunları şimdiden düzeltmeye, geliştirmeye başlayın. Ondan sonrası zaten iş hayatıyla başlayacak şeyler, okuldayken bunları yapabilirsiniz. Sosyal medyanızı geliştirebilirsiniz, sosyalliğinizi düzenleyebilirsiniz, iletişim gücünüzü yükseltebilirsiniz. Geri kalanlar iş hayatıyla alakalı şeyler. Böyle.
-Geldiğiniz için çok teşekkür ederiz. İyi ki geldiniz!
Ben teşekkür ederim davet ettiğiniz için, umarım arkadaşlarınıza ufak da olsa bir dokunuruz. Güzel yerlere gelirler verdiğimiz bu bilgilerle ve sonrasında da bizi anarlar. İleride de sizleri böyle güzel yerlerde görmeyi çok isteriz.

Blog Galerisi